Tarihimiz Hakkında İlginç Bilgiler

Oğuzhan Koç'un derlediği bir çok ilginç bilgiden birkaçını sizler için sundum. Gerek günümüzle ilgili tahliller olsun,gerek geçmişimizden kahramanlık dolu hikayeler olsun hepsini merakla okuyabileceğiniz bir yazı.
Kaynak: http://anadolutarih.blogspot.com.tr/

1. Tengri - Kün Anıtı

Meksika'da kaya üzeri bediz. Bu bediz oldukça değerli. Çünkü Türk kaya üzeri bedizlerinde gördüğümüz iki ayrı betimlemeyi burada iç içe görüyoruz. Bunlar Türk "Tengri" (Tanrı) ve "Kün" (Güneş - Gün) yapılarıdır. Tengri betimlemesinin ve bu betimleme içinde yer alan düşünce yapısının çok eski dönemlerde Kün (Güneş Ana - dişil yapı) betimlemesi ve düşünce yapısından ortaya çıkmış olabileceğini yazıyorduk. Bu yapı çok benzer bir şekilde uzak akrabalarımız olan Amerika yerlilerinde de yer alıyor. İşte bu görsel tam da bunun sürecini bize yansıtıyor ve belgeliyor. Kendi kadim topraklarımızda ayrı ayrı gördüğümüz bu kendi içinden doğmuş iki kutlu yapının birleşimini ve sürecini uzak akrabalarımızdan daha açık şekilde öğreniyoruz.

2. Silistre Müdafaası

Mecid-i Tabya (Silistre Kalesi)
Osmanlı Devleti için büyük ehemmiyeti olan Silistre, 1854 yılı Mayıs ayında Ruslar tarafından muhasaraya alınmıştı. Osmanlı kumandanı Topçu Feriki(*) Musa Paşa'nın maiyetinde 10.000civarında bir kuvvet vardı. Muhasara sırasında Rus kumandanı yaralanınca yerine Gorçakofgeldi. 13 Haziran'da Ruslar bütün güçleriyle hücuma geçtiler. Muharebeler Mecidiye Tabyasıetrafında cereyan etti. Cesur ve kahraman Türk askeri müthiş bir çıkış yaparak Rus askerlerini en geri mevzilere kadar püskürttü. Gorçakof da yaralandı. Birçok Rus kumandanı öldü. Ruslar binlerce ölü, yaralı ve esir bırakarak geri çekildi. Bu büyük zafer Osmanlı ordusunun maneviyatını yükseltti. Ruslar panik içinde geri çekildi. Zafer ile beraber Silistre muhasarası da kalkmış oldu.
Bazı kaynaklarda bu muhasarada 15.000 Rus askerinin öldüğü ve bir o kadarının da yaralandığı kaydedilir. Osmanlı askerlerinden ise 3.000 şehid verilmiştir.
Ordu kumandanı Musa Paşa, muhasara sonlarına doğru namaz kılarken bir top güllesinin isabetiyle şehid olmuştur. Şehadetinden 3 gün evvel kendisine müşirlik* rütbesi tevcih edildiği vakit "Şehadet rütbesini tercih ederdim" demişti. Zaferin sevincini göremeden bu temennisi gerçekleşmiştir.
Silistre müdafaası Osmanlı Devleti için büyük bir stratejik zaferle sonuçlandı, orduya ve halka moral kazandırdı. Müdafaa üzerine destanlar ve marşlar (bkz: Dikran Çuhacıyan Efendi) ve bir de önemli tiyatro eseri (bkz: Namık Kemal - Vatan, Yahut Silistre) yazıldı. Her 13 Haziran'da bu önemli müdafaa hatırlanır ve Şehit Musa Paşa rahmetle anılır. Onun ve şehit askerlerinin ruhu şad, mekanı cennet olsun.
 *Ferik: Ferik, Osmanlı Devleti'nin son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında kullanılan Mirliva ile Birinci Ferik rütbeleri arasında olan ve günümüz rütbelerinden Tümgeneral ile Korgeneral rütbeleri arasındaki askeri rütbedir.
*Müşir: Mareşal anlamındadır. Bazı ülkelerdeki en yüksek askeri rütbedir. Deniz kuvvetlerindeki eşiti büyükamiraldir. Osmanlıca karşılığı müşirdir. Türkçe'ye Fransızca maréchal kelimesinden geçmiştir. Maréchal (nalbant, komutan) sözcüğü ise, Latince kökenli mariscalcus sözcüğünden gelir.

3. İstanbul’da Fatih Heykeli

Yerli ve yabancı yazarlar Babinger, Schlumberger, Runciman,İnalcık veya Emecen olsun ya da Fatih’in muasırları De Languschi,Kritovulos, Tursun Bey gibileri olsun; hepsinin birleştiği bir nokta var: 21 yaşındaki İstanbul fatihi büyük bir mareşaldir. Yanya’nın, Mora’nın, Bosna’nın coğrafyasını bilenler o zamanın deniz aşırı ülkeleri olan Trabzon’un, Kuzey Ege adalarının konumunu görenler, fetihlerle geçen 30 senenin pek eşi görülmeyen bir komutanın hayatı olduğunu teslim eder. Bütün bu başarılar yeni bir döneme ateşli silahlar devrine aittir. O yüzden de askeri tarihte ayrı bir önemi vardır.
Fatih’in kişiliği; “Yok içki içerdi, bilmem kimlere nasıl şiirler yazardı” gibi kısır bir toplumun yavelerinin ötesinde ele alınacak derin bir mevzudur. Yunancasının düzgünlüğünü De Languschi ve Kritovulos söylüyor. Topkapı Sarayı El Yazmalar Kütüphanesi’ndeki İlyada metinlerinin üstü, koyduğu şerhlerle doludur. İtalyanca biliyordu, Arapça ve Farsçada ise kalem oynatmıştır.
Doğru dürüst bir anıt yoktu
II. Murad’ın saltanatı boyunca şark eserleri tercüme edilmişti ve Fatih de o havada yetişti. Kendinden sonrakiler de bu kültürü devam ettirmiştir. Şehzade Cem Sultan’ın bu dillere vakıf olduğu biliniyor. II. Bayezid şark dillerini bilirdi ve II. Bayezid’in şehzadelerinden Ahmet, Arapça bir siyasetname dahi kaleme almıştır. Yavuz Selim ise iki şark diline kalem ve divan sahibi şair olacak kadar vakıftı. Fatih bir Rönesans münevveriydi, hatta Rönesans’ın şark ve garp dünyasına hükmeden tek komplekssiz aydınıydı.
Bugüne kadar doğru dürüst bir heykelini bu toplum dikememiştir. Saraçhanebaşı’nda o zamanki belediyenin iyi niyetle ısmarladığı, heykeltıraşlığımızın başarısız bir şekilde ortaya koyduğu heykel hariç... Şimdi Genelkurmay Başkanlığımız Barbaros Bulvarı üzerine Yahya Kemal Parkı’nda 3 metre boyunda bronz bir heykel diktiriyor. Heykeltıraş Sait Rüstem’dir. İstanbul halkının ve sanatseverlerin dikkatine sunulur.
Genelkurmay Başkanlığı, Cumhuriyet tarihimizin ve İstiklal savaşımızın komutanlarını heykel diktirerek, sempozyumlar düzenleyerek anıyor ve tarihteki yerlerini anıtlaştırıyor. Fatih heykeli ile de 15’inci asrın en büyük mareşali anıtlaştırılmaktadır.
Bu çalışmalar dikkate şayandır.
İlber Ortaylı
(Milliyet Pazar, 31 Mayıs 2009)

4. Eşref Sencer Kuşçubaşı

Babasına Sultan Abdülhamit tarafından verilen bu çiftlikte anılarını yazan Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu lideri o günlerdeki yaşantısını 1957 ‘de şöyle anlatmıştır ;
''Durmadan çalıştım..! Bu işe gönül vermiştim, mantık ne derse desin..! Hiç bir zaman filozof veya siyasetçi olmadım..! Bu işten iyi dostlar, yara izleri, kalça çıkığı, bir kaç madalya ve memleketim için çok iyi dövüştüğümü bilmenin verdiği tatmin dışında hiç bir şey elde etmedim..!''
Lawrence ile Arap Yarımadası’nda adeta kovalamaca oynar gibi çalıştıktan sonra Hayber’de, İngiliz, Hicaz kuvvetlerinin pususuna ve o günlerde dokuz cephedeki harbin en dikkate değer hadisesi telakki edilen Hicaz’daki, ağır yaralı İngilizlerin eline düşmüş, daha sonra Ürdün Kralı olan, asi Mekke Emiri Şerif Hüseyin Paşa’nın ortanca oğlu Emir Abdullah’a teslim edilerek, Mısır’a oradan da Malta’ya gönderilmiştim.
Mütarekenin imzasından sonra İngilizler bizi serbest bırakma kararı alınca şahsen dostluk kurduğum ve babası bizim cedlerimizle Kırım’da Ruslara karşı harbetmiş olan Malta Adası Kumandanı Mareşal Mitven, İstanbul’a gitmememi, çünkü iktidardaki Damat Ferit Paşa’nın beni tevkif ettireceğini gizlice haber vermişti..! Fakat ”İntellicens Servis” kımıldamaya başlayan Anadolu’ya geçerek hizmetlerime mani olmak için, benim muhakkak İstanbul’a sevkimde ve resmi hükümet makamlarına teslimimde ısrar etmişti..! Bizi getiren İngiliz harp gemisinden 17 Aralık 1919 çarşamba gecesi, ertesi sabah ele geçmemek için buz gibi suda yüzerek Salacak kıyısına çıkmış, bir balıkçı kulübesine sığınarak Maltepe’de İhtiyat Zabitleri Talim Mektebi Kumandanı Yenibahçeli Şükrü Oğuz’a haber göndermiş, onun gönderdiği bir yük arabasının içine gizlenerek kendisine iltihak etmiştim..!
İlk Karakol Cemiyeti ve M.M Grubu nüvesini kurmuş göz doktoru Esad Paşa’nın Kısıklı arkasında, Libadi’deki çiftliğini kendimize karargah yapmıştık..!
Rauf Bey, Kara Vasıf Bey, Müstahkem Mevki Kumandanı Miralay Şevki Bey, Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Omurtak burada ve Üsküdar’daki Özbekler Tekkesinde toplanırdık..!İstanbul yakası bizler için tehlikeliydi..!”
KAYNAK: MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI/MİT/DÜNDEN BUGÜNE GİZLİ DÜNYANIN BİLİNMİYENLERİ/TUNCAY ÖZKAN/KASIM 1995-ANKARA

5. 50 Sene sonra Osmanlı

1913'te gelecekte uçan araç kullanacağı düşünülen çarşaflı kadın
Osmanlı’da, 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyetle birlikte, II. Abdülhamit’in basın üzerindeki sansürü kalkmış ve birçok gazete ve dergi çıkmaya başlamıştır. Bu dergiler içinde kadın dergileri ve mizah dergileri bile vardır.
İşte o mizah dergilerinden birinde, bundan tam 100 yıl önce çizilmiş öyle bir karikatür var ki; insanı hem çok şaşırtıyor, hem de çok düşündürüyor.
Söz konusu karikatür, KALEM adlı Osmanlı mizah dergisinin 17 Kanun-i Evvel 1329 (1913) tarihli sayısında Mahmud Sadık imzasıyla yayınlanmış.
Karikatürün hemen altında, Osmanlıca, “ELLİ SENE SONRA TÜRKİYE” diye bir not var.
Karikatür, 1913 yılında yayınlandığına göre, karikatürü çizen kişi “elli sene sonra”, yani, 1963 yılında Türkiye’nin “karikatürdeki gibi” olacağı öngörüsünde bulunmuş.

6. Pera.. 1906

7. Üsküdar... 1902